17 Haziran 2014 Salı

12 Angry Men (1957)

Hikaye, babasını öldürmekle suçlanan Latin Amerikalı, fakir bir gencin yargılandığı bir mahkeme salonunda başlar. Davanın sonucunu belirlemek için seçilmiş 12 jüri üyesi bulunmaktadır. Bu 12 jüri üyesi, genç hakkındaki son kararı görüşmek için jüri odasına girerler. Suçlu bulunması halinde verilecek ceza idamdır. İşin kritik kısmı ise Amerikan yasalarına görejüri kararının 12 kişinin oy birliği ile alınması gerektiğidir... Tek bir kişinin bile farklı oy vermesi, jürinin kendini feshetmesi ve davanın yeniden görülmesi demektir.

Filmin isminden de anlaşılacağı üzere 12 jüri üyesinin hepsi erkektir. Birbirini daha önce hiç görmemiş, farklı mesleklerden, farklı yaşlardan, farklı çevrelerden 12 adam...

Hiç tanımadıkları, üstelik aleyhine deliller bulunan, kenar mahalleden bir genç hakkında bir hükme varmak pek çoğu için çok kolaydır.  

11 jüri üyesinden, kimi kendinden gayet emin, kimi çekimser olsa da kararlarını çoktan vermişlerdir.

Sanık Suçlu!!

Geriye sonucu etkileyecek tek bir kişi kalmıştır. Bir insanın hayatı söz konusu iken, en azından adil yargılanmayı hak ettiğine inanan tek bir adam Henry Fonda, 11 kişiye karşı aksini söyleyen tek bir oy, 

İşte her şey bu noktadan sonra başlar...

Müthiş diyaloglarla açıklanan kararlar, anlatılan hikayeler, ilerleyen saatler... Zaman geçtikçe her karakterin iç dünyalarına girecek ve verdikleri kararların altında yatan gerçekleri fark edeceksiniz.

Irkçılığın, çoğunluğun kararlarına koşulsuzca uymanın, insanların kendi yaşadıkları kötü durumları ilk fırsatta suçlu & suçsuz gözetmeksizin başkalarına uygulama isteklerinin ustalıkla irdelendiği muazzam bir senaryo.

Toplum psikolojisinin nasıl değişken olduğunu anlatan bir başyapıt.

Bu fırsatla, sosyal psikolog Serge Moscovici'nin, davranışlarını ve görüşlerini, istikrarlı ve tutarlı bir savunma göstererek devam ettiren azınlığın, çoğunluğun etkisini azaltabileceğini ve yeni normlar oluşmasının sağlanabileciğini ortaya koyan Serge Moscovici Teoremi'ni  de hatırlayabiliriz.

Sadece tek bir mekanda geçen, siyah beyaz bir filmin kulağa ilk etapta çok çekici gelmediği kesin. Bununla ilgili söyleyebileceğim şey ise dar alanda geçen bu filmin size yüksek derecede bir heyecan duygusu yaşatacağı...

İzlerken, odanın içindeki gergin atmosferi, 40 derecelerdeki insanı bunaltan hava sıcaklığını iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Yerinizden kalkıp camları açma isteği uyandıracak kadar da gerçekçi.

Peki ben, siz, hepimiz...

Ön yargılarımızı değiştirmeye ne kadar açığız?

Gördüğümüzü iddia ettiğiniz her şeyin aslını gerçekten bilebilir miyiz?

Geçmişte şahit olduğumuz bir olayı, gözümüzde tekrar canlandırırken en ince ayrıntılara kadar hatırlıyabiliyor muyuz? Daha da önemlisi ya yanlış hatırlıyorsak?

Sakın ola ki film siyah beyaz... 1957 yapımı... yetmezmiş gibi tek bir mekanda geçiyor... daha sonra izlesem de olur...

Demeyin... 


Bana kulak verin. Filmde de vurgulandığı gibi ön yargılarınıza yenilmeyin ve mutlaka izleyin...

Yıllar sonra denk geldiğinizde, bu filmi bu zamana kadar nasıl izlememişim deyip sonra üzülmeyin...



İyi seyirler.. :) 

P.S.

Azınlık etkisi